30 Ekim 2011 Pazar

Bir Küfürbazın Günlüğü 1

 Bundan yirmi bir yıl önce kadardı. Gri Ankara'nın yağmurlu bir gününde maymundan beş dakika önce doğmuş gibi esmer, tüylü, iri yarıca bir kız çocuğu doğdu. İlk başta her çocuk gibi görünen bu çocukta farklı bir şeyler olduğunu ailesi seziyordu, o farklıydı. Çocuk yaklaşık dört-beş aylık olmuştu ki ondaki farklılıklar artık pek fark edilmeyecek gibi değildi, o iri iri gözleri korkutucu bir şekil almıştı tövbe tanrıma kurbağadan hallice bir hal...  Ve çocuk büyüdü artık yürüyebiliyor ve konuşabiliyordu -konuşmaz olasıca-. Konuşuyordu ama konuşmak yerine daha çok çığlık atmayı ve deli gibi anlamsız hareketler yapmayı yeğliyordu. Evet evet o kesinlikle değişik bir çocuktu; aşırı asi, aşırı kıskanç, aşırı inatçı ve çok aşırıydı işte. Çocuk artık büyümüştü sokakta arkadaşlar edinmişti ve küfürle ilk tanışması da böyle oldu. İlk duyduğu küfür tam olarak ''.mına goyuyum!'' şeklindeydi ve bu çok korkunçtu! ''.m da neydi?'', ''Acaba masa gibi bir şey olabilir miydi? Çünkü ancak masaya bir şey konulabilirdi...'', '' Ama .m eğer masa gibi bir şey olsa neden böyle söylendiğinde insanın içi rahatlamıyordu? 'Masaya goyuyum' dediğinde neden aynı hissi vermiyordu, neden!?'' Öyle ya da böyle tam olarak anlamıyor da olsa o da artık ''salak, aptal, mal...'' şeklindeki masumane küfürleri bir kenara bırakıp daha iddialılarını kullanmaya başlamıştı ve yıllarca bu böyle devam etti. Artık sıradan ''.mına goyuyum''lar da onu tatmin etmez oldu; sinirlendiğinde, istediği bir şey olmadığında daha sofistike küfürler ediyor zincirleme küfür tamlamaları üretiyordu, mesela ''.mına godugumun fahişesinin at kafalı çocuğu'' şeklinde. Küfür artık onun tek sığınağıydı, tek deşarj aleti.

 Büyüdü. Bu büyüdü lafının hakkını tamamen vererek büyüdü ama, maşallah enine boyuna kocaman bir kız oldu. Aslında gayet çekici, seksi, alımlı felandı. Açılmış, serpilmişti kabak çiceği gibi. Amma yıllardır müptelası olduğu küfür onu bir türlü bırakmıyordu. O güzel büyü sinirlenip ağzını açmasıyla uçup gidiyordu. Bütün arkadaşları artık onu öyle benimsemiş öyle sevmişti. Kibar bir şeyler söylediğinde şaşırıp ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı.

 Bir gün çok acayip bir şey oldu. Bu genç bayanın tam tamına üç saattır hiç küfür etmeden gayet sakin ve saygılı bir şekilde davrandığını fark eden bir erkek arkadaşı önce kulaklarına sonra da gözlerine inanamadı. Bu nasıl olabilirdi? Onu yıllardır tanırdı ve onu hiç bu kadar sakin görmemişti, inanmayacaksınız ama ona ''rica'' bile etmişti. Bu gerçekten inanılır gibi bir şey değildi, olamazdı, bu o olamazdı!  Tam beş saat beraberlerdi ve hala tek bir falso hareketini görmemişti bu gerçekten şaşılacak şeydi. Gün boyu gezdiler, eğlendiler, yemek yediler ve çok yoruldular artık ayrılma vakti gelmişti bu iki iyi arkadaşın. Erkek onu evinin önüne kadar getirdi ve vedalaşmak için öpüştüler ve delikanlı kapıdan girmesini beklerken genç bayan aslını inkar etmez bir şekilde: '' Hala ne bekliyon sen ya s.ktir olup gitsene eve cacık!'' dedi ve orada bir duygu seli oldu. Arkadaşının hasta olduğunu düşünen delikanlı derin bir ''oohh!!'' çekti ve arkadaşına tekrar kavuşmanın haklı mutluluğunu yaşadı.

                                                                                                                                                                                                                                                            Devam edecek...!

1 Ekim 2011 Cumartesi

Önceden de bu kadar hızlı döner miydi ki dünya!?

 Küçükken çok hoşuma giden bi' duyguydu başımın dönmesi hatta bunun için deli gibi avaz avaz bağırarak kendi etrafımda döner döner döner sonra kendimi yere atar gözlerimi tavana dikerdim. Evet kabul ediyorum çok normal bi' çocuk sayılmazdım ya da her çocuk kadar normaldım diyelim neyse... Ama şu sıralar çocukluk tutkumla başım belada, sanırım aramızdaki ilişki eskisi kadar iyi değil. Başım çok feci dönüyor; ayağa kalkınca dönüyor, kitap okurken dönüyor, yemek yerken dönüyor hatta oha diyeceksiniz ama hızlı bir müzik dinlerken bile dönüyor... Sadece baş dönmesi olsa yine iyi, bu baş dönmesi kankisi mide bulantısını da alarak geliyor sağolsun. Sonra izleyin bendeki eğlenceyi... Klozetle aramdaki özel ilişkiye girmek bile istemiyorum. Baş dönmesi, mide bulantısı bunlar olur da ateş çıkması olmaz mı oda hoop hemencik geliyor tabi sonra eklem ağrıları... E hazır ateşlenmişken bu kız hemen bide eklem ağrısı verelim ki bi daha kendine gelemesin diyor sanırım içimdeki minicik minicik virüsümsü şeyler...
Evet bu çaki kılıklı yaratık ben oluyorum.
 Ya kendimi resmen yetmiş yaşındaki bir teyze gibi hissediyorum; yorgunluk, halsizlik, mide bulantısı, eklem ağrısı, dudak çatlamaları ne ararsan var maşallah. Gelelim bunların sebebine: Bu gariban halimin tek bir sorumlusu vardır o da Roaccutane'dır a dostlar. O ki muhteşem bir ilaçtır, sivilcenin kesin çözümüdür, falandır fişmandır ama bu ona benim ağzıma sıçma yetkisinin vermez ulan! Halbuki ben sivilceleriyle ne kadar mutlu bir insandım, allık modunda yanaklarımda takılıyorlardı, sınav zamanları azıyorlar kocaman kocaman çıkıyorlardı, çekirdek ve kajuya bayılıyorlar anında fırtlayıveriyorlardı, onlar benim yaşamımın simgeleriydi -yok daha neler!!- en azından bu kadar mide bulantısı falan yapmıyorlardı mutlu mesut takılıyorduk... Neyse güzel bir cilde sahip olacağım diye bir yola girdim tamamlayacağım bu tedaviyi, sanırım, galiba, umarım. ÖLMEK VAR DÖNMEK YOK!  -yok bu çok iddialı oldu sanırım- Neyse ben sizi gelişmelerden haberdar edeceğim canlarım ama şuan çok başım dönüyor, gitmem lazım, gittim.

( Haa bir de çocukluk resmimi koydum ibret alın diye, ama bakar mısınız o zaman bile ne kadar seksiyim leopar desenli pijamalarımla :))