28 Haziran 2012 Perşembe

Dönüşüm muhteşem olacak demiştim.

 Çok uzun zaman oldu be tatlişlerim. Buraya bir şeyler yazmayalı çok çok uzun zaman oldu. Aslında yazı yazmayı bırakmadım, yazdım çok yazdım ama birazcık keyfim yoktu ondan dolayıdır ki pek iç açıcı, eğlencelikli şeyler yazmadım, e yazamayınca da burada paylaşamadım tabii. Blogum burada boynu bükük, gariban ve öksüz kaldı. Ama uzun zaman sonra da olsa işte geldim buradayım, ben bu işte ustayım!

 Evet canlarım biliyorum ki beni çok özlediniz, ben de sizleri kocaman kocaman özledim. O kadar abidik kubıdik şeyler yaşadım, gördüm, hissettim ki nereden başlasam ne anlatsam bilemedim. Ayh heyecanlandım! Mesela size sapıtan bilinçaltımdan ve rüyalarımdan(rüyalarımı bu kadar garipsememin sebebi 22 yıldır görmediğim kadar rüya görmem. Ben normalde hiç rüya görmezdim ama şu iki üç aydır gördüğüm rüyanın haddi hesabı yok. Tabii rüya çok olunca saçmalaması da çok oluyor. Sonucunda seri üretime girince rüyalar da bi bozulma, bir defo, bir üstüne oturmama pot durma durumları oluyor.) bahsedeyim azıcık, ruh halimi az da olsa anlayın.


 Yaklaşık olarak iki aydır sapıtık bir bilinçaltım var. Saçma sapanlı, korkmalı, inceptionlu, hareketli, heyecanlı, gerilim dolu... Size en yakın yani dün gece gördüğüm muhteşem ve ötesi rüyamı anlatayım mesela: Güya kışmış ve yılbaşı akşamıymış, ben salak napıyorsam balkonda(balkon dediğime bakmayın en fazla 1 metreye 50 santimetre olan küçücük bir yer) çamaşır asmaya mı toplamaya mı çıkmışım(oralar birazcık bulanık). Evimiz güya 34358. kattaymış. İnsanları çok minnacık minnacık görüyorum. Sonra bir kar başlıyor ki sormayın böyle bir kar ancak Armağan'ın rüyasında olabilir, gerçeği imkansız. Kar yağıyo yağıyo neredeyse yerdeki karlar bizim 34358. kata kadar gelecek. Etraf öyle beyaz ki insanın gözünü alıyor. Ama ben salak hala üzerimde yazlık şortlu pijama takımıyla çamaşır toplama derdindeyim! Kıyafetler soğuktan donuyor, ben de tabii ama yok ben illa onları topluycam. Bütün kıyafetlerimi topluyorum, katlayıp böyle balkonun kenarındaki bir yere koyuyorum. Sonra bir de ne olsun, benim 34358. katta olan ve 1 metreye 50 santimetrelik balkonum birden 20 derece kadar aşağıya doğru eğilmeye başlıyor. Arkadan en afillilerinden bir gerilim müziği çalıyor. Bendeki paniği, heyecanı görmeyin... Aşağı düşücem lan. Sonra birden balkon eski haline geliyor ama bir de ne olsun! Kenara itinayla katladığım kıyafetlerim ortada yok! Aman yarabbi bu Armağan'a yapılacak şey mı?! Bakıyorum aşağıya ama ev 34358. kat hiç bir şey görünmüyor ki... Yüksekliğini de geçtim zaten hala lapa lapa kar yağıyor üstünü çoktan beyaz bir örtüyle kapatmıştır... Neyse koşa koşa içeriye giriyorum, içeride tam kim olduklarını hatırlayamadığım 2 kişi var. Biri beni hiç umursamıyor, diğeri ''N'apıyorsun?'' diyor ama ben öyle korkmuş öyle panik haldeyim ki halimi görmeniz lazım. Sonra işte benimle ilgilenen kişiye derdimi anlatıyorum ''Bir an önce aşağı inmeliyiz kıyafetlerim düştü.'' falan diyorum o arada hemen bir korku filmi müziği geliyor arkadan. Üçümüzde gereksiz bir geriliyoruz, korkuyoruz, aşağı inemiyoruz... Böyle saçma sapan gerilirken birden telefonuma mesaj geliyor ve mesaj sesine uyanıyorum.


 Şimdi bu saçma rüya da merak ettiğim birkaç şey var. Yılbaşı akşamı insanlar eğlenirken ben niye evdeyim? Hadi ben evdeyim yanımdakı 2 salak niye evde? Yine güzelim yılbaşı akşamında beni deli mi dürtmüş de çamaşır asmaya ya da toplamaya çalışıyorum? Küçücük balkonda çamaşırlığı nereye sığdırmışım da çamaşır topluyorum? Kara kış gününde neden şortlu pijama takımıyla dolaşıyorum, bu neyin ateşi? Hayatımda tek önem verdiğim şeyler kıyafetlerim mi neden bu gerilim, bu korku?... bu şekilde uzayıp giden bir listem var. Rüya yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.


22 Şubat 2012 Çarşamba

Sen bilmezsin neler çektiğimi.

  Yahu ne olursa olsun ben bu memleketi ve bu memleketin güzide mi güzide insanlarının kafalarını seviyorum arkadaş. Hem ne demiş ünlü düşünür Nihat Doğan: ''Benim memleketimin koyunu bile ayrı bakıyor.'' Adam haklı beyler, üstüne ekleyecek tek bir lafım bile yok. 

 Bizler öyle pek apartman çocuğu olmadık, aynı yaşlarda bir ton çocuk yaz kış toplanır ''saklambaç''tır, ''uzay''dır efendime söyleyeyim ''Ali Baba saatin kaç?''dır oynar oynar kendi çapımızda eğlenirdik. Çocukluk işte... Ama ben her zaman yaşıtlarıma göre iri yarı kocaman bir kız çocuğuydum. Genellikle ya erkeklerle oynar yahut kendimden üç-dört yaş büyük kızlarla oynardım.



 Kocaman bir kız çocuğu olmak hiçbir zaman kolay olmadı. Bu kocamanlığımın iyi tarafları olduğu kadar kötü tarafları da vardı. İyi taraflarından biri, o zamanlar asansörümüz iki düğmeliydi ve üste kimsenin boyu yetişmez ondan da hep yedi katı merdivenden çıkmak zorunda kalırdık, işte bu düğmeye yaşıtları arasında ilk basma şerefine ulaşan bendim, o zamanlar en fiyakalı- en gurur verici olaylardan biriydi  ve ben başarmıştım. Diğer işime yarayan kısımları ise sırayla yaş büyüdükçe ortaya çıktı, mesela ergenliğin vermiş olduğu ''Abilere aşık olmak'' adlı çalışmada yaşımdan büyük göründüğüm için daha şanslı-neyin şansıysa artık- olduğumu düşünür öyle kendi çapımda çocukca nazlar falan yapardım. Hiç bir zaman da böyle bir şansım olmadı ya o da ayrı bir konu. Sonra on sekiz yaşıma girmeden çoğu mekana girebilmiş ve kimse de kimlik sormamıştı bu da o zamanlar çok fiyakalıydı şuan her ne kadar hiç bir önemi yok gibi görünse de.

 Uzun olmak her zaman güzel bir şey değildi malesef, uzun olduğum için çok kim vurduya da gitmişliğim oldu. Bunlardan birincisi bütün ilkokul hayatım boyunca hep en arkada oturmak zorunda olmamdı. Arkadaş bu çocuğun gözleri bozuk, uzağı zaten göremiyor e hiperzekalı olduğu da söylenemez ne diye bu çocuğu tembel öğrencilerin arasına atıyorsun, zaten cozutmaya bahane arıyor. Evet şuan bir tıp aman yarabbi bir hukuk okuyamamamın bütün sorumlusu ilkokul hocamdır. Tabi canım ne demişler ''Ağaç yaşken eğilir.'', eğip attılar beni. Sonra en nefret ettiğim ders olan ''Beden eğitimi''nde hep kızlar sırasında ilk sıradaydım ve hep sözlülere ilk ben kalktım, bundan hayatım boyunca nefret ettim. Ha bir de o zamanlar kız kavgaları meşhurdu, ben hangi kavgaya katılsam hemen fark edilir görülürdüm ki görmemek elde değildi... Asıl en gereksiz dikkat çekmesi ise mahallemizin ne olduğu belirsiz-kimileri kadın pazarladığını savunur-  amcası ''Aşur''un  benden gözünü ayırmamasıydı hatta bir gün yanıma gelip ''Senin annen baban var mı?'' diye sormuşluğu bile vardır. Hak verirsiniz ki korkudan altıma s.çmıştım.


 Uzun boylu olmak gerçekten avantaj olduğu kadar dezavantaj da canlarım... Hey sen boyu 1.55 olan kız senin giydiğin 20 cmlık topuklu ayakkabıyı ben hiçbir zaman giyemeyeceğim! Eğer giyersem yanımda hiç bir zaman benden uzun boylu bir erkekle gezemeyeceğim! Erkek boy ortalaması 1.80 olan bir ülkede sarıldığım zaman göğsüne yaslanabilcek bir sevgili bulamayacağım! Şimdiye kadar hiç bir avantajını göremedim ben bu boyun asansöre basan ilk çocuk olmak dışında zaten sonra o asansörde değişti tek düğmeli oldu ve hiç bir ayrıcalığım kalmadı böylece. Kısacası uzun boyluluk pişmanlıktır. Özenmeyelim, özenenleri de uyaralım, lütfen.

5 Şubat 2012 Pazar

eğlencelik.

 Biz komik milletiz vesselam. Hayatımızın içinde hep bir nükte, hep bir komiklik... Yav söyleyin bana kimin aklına gelir ''evden kaçarken onu aramak için peşine düşmesin diye kocasının pantolonlarını da yanına almak'' ya da ''otobüs durağını çalmak'' ? Bizim milletimizin aklına geliyor işte. Dedim ya değişik, değişik olduğumuz kadar da komik bir milletiz biz. E tabii benim çevrem de bu komiklik konusunda epeyce bi' payını almış durumda.

  • Mesela bizde komiklik genetiktir a dostlar, en orijinalimiz anneannemdir. Terbiyesiz terbiyesiz fıkraları, her konu hakkında anlatabilecek bir hikayesi, 80+ yaşında olmasına rağmen kapı gıcırtısına bile Ankara havası oynayabilecek enerjisiyle o tam anlamıyla bir fenomen, bir idoldur. Okuma yazması yoktur amma muhteşem para hesabı yapar. Ayrıca da bir çok özdeyişi vardır, bunların arasında en bilinen ve kabul gören öz deyişi:''Her şeyim hıyar diyene tuzla gitme kızım''dır. Kafa zehirdir zehir!  
  • Babam ise ayrı bir dünyadır. Yıllarca yemek masasında bana ''ağzını şıpırdatma kızım çok ayıp!'' diye azarladı durdu ama kendisi yemek yerken sanırsınız ki bataklıkta biri yürüyor. Hem kendine ait bir lügatı olduğu herkesçe de bilinir. ''Otamat'' değil ''matadot''dur mesela o, siz yıllarca yanlış bildiniz ey otomatseverler. Yıllardır severek dinlediğiniz MFÖ grubunun üyeleri Mazhar Suat Özcan'dir, hatta o MFÖ bile değil MSÖ'dır da haberiniz yoktur. Ve babamdan ne inciler ne inciler ki anlat anlat bitmez. Amma dikkat edilecek husus bu kuralların dogmatik olmasıdır, eleştirilemez ve değiştirilmeye bile kalkışılamaz mazallah babadan kocaman bir azar yenilebilir. Haklıdır, dedikleri sonuna kadar doğrudur tabi canım 70+ yaşındaki adamdan iyi mi bileceksiniz sizi gidi deyyuslar! 
  • Evlere şenlik arkadaşlarım vardır bir de. Biri Halil Sezai'yi ilk onun keşfettiğini savunur diğeri ise çok sevdiği,ilgi duyduğu kızılderililerin ismini bile söyleyemez onlara ''kızıldereli'' der ve uyarıldığında da biliyoruz herhalde diyip azarlayıverir. Normal kol çantasını sırtına takıp(daha çok takmaya çalıp), çizgilere basmadan zıplayıp hoplarken abidik kubidik şarkılar söyleyerek kampüste gezeni de vardır, mutfakta kendi kendine deli gibi dans ederken babasına basılan ve babasının''N'apıosun kızım?'' sorusuna serin kanlılıkla ''Oynuyom.'' cevabını vereni de. Aklına geleni pat diye söymek isteyen ve ağzındaki yemeği yutmayı bile bekleyemeyip ağzındakini çıkarıp diyeceğini dedikten sonra ağzından çıkardığını tekrar yiyeni de vardır Nil Karaibrahimgil'ın Akbaba klibindeki akbabayı göstererek ''Aaaa bu tavuk değil hindiymiş!!'' diyeni de. 
  • Pek güzel komşularımız vardır ki bizim. İlk akla geleni Matma Hanımdır(Fatma). Matma teyzenin ağzında düşürmediği bi' Munise vardır ki Munise'nin kim olduğuna dair hiç bir bilgi yoktur elimizde, tek bildiğimiz ne konuşulursa konuşulsun Munise'de de olmasıdır. Munise tam bir efsanedir her konuşmadan abartısız 20 kere geçer ama başta da dediğim gibi Munise'nin kim olduğunu kimse bilmez. Diğer bir komşu ise kocasının telefon numarasını ''Aşkım'' diye kaydedildiğini fark edince ''Kim bu adamı aşkım diye kaydetti!'' diyecek kadar kocasına aşıktır. 

  Daha o kadar çok anlatılacak eğlenceli insanlar eğlenceli olaylar var ama şimdilik aklıma gelen ve yazabildiklerim bu kadar. Hepinizi çok seviyorum be muhteşem insanlar sizi! (Laaan şarkıyı da dinleyin! Merve'min en sevdiği insandan! :) )

29 Aralık 2011 Perşembe

Merhaba 2012!


 Geçen sene bir ton umutla girmiş olduğum 2011'den eli kolu herbir yeri boş çıkmanın vermiş olduğu umutsuzlukla gireceğim sanırım 2012'ye... Ben her yıl plan yapmaktan sen de onları alt üst etmekten bıkmadın be Tanrım, hem biz böyle mi anlaşmıştık 2011 için; hani zengin olucaktım, oramdaki buramdaki fazlalıkları liposuction ile aldıracak, silikon yaptıracak, parasını basıp ''okutun ulan!'' diyecek, biskolata erkeklerinden Carlos'la sevgili olacak, son model spor arabamla Ankara sokaklarında fink atacak, mutluluktan havalara uçacaktım? Biz böyle mi anlaşmıştık! Hani nerede paracıklar, nerede biskolata erkeğim Carlos, nerede spor arabam, nerede o bütün vaat ettiğin güzel şeyler, nerede ulan nerede?! Bak koskoca bir yıl geçti hala beş parasızım, hala şişkoyum, hala hocalar tarafından süründürülen tembel bir öğrenciyim ve hala Carlossuz... Reva mı tanrım bu hayat bana reva mı?

 2011'de attığın büyük kazığı unutup kalbim kadar temiz yepyeni bir sayfa açıyorum 2012 için... Gel eskiyi unutup güzel günlere yelken açalım... Hem bak her şey hazır: ışıl ışıl çam ağacımız, hediyelerimiz, içkilerimiz, kuruyemişlerimiz ve çerezlerimiz, hoptiki cıstaka müziklerimiz, uğur getirsin diye her yıl almaktan ve giymekten usanmadığımız kırmızı iç çamasırlarımız, her şeyle bomba gibi hazırız bu yeni yıla... Lütfen ama lütfen yılın sonunda yine beş parasız, Carlossuz, spor arabasız, hala şişko ve hala tembel öğrencilikten kurtulamamış bir genç kız olarak bırakma beni Tanrım be yap bir güzellik de yolumuzu bulalım. 

Süphanekeamin.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Küfürbazın Günlüğü 2

 Yine saat 8.00 olmuş, alarm ısrarla ve acı acı çalmaktaydı. Çok da acı acı sayılmaz aslında dünyanın en eğlenceli şarkıları arasına girmek için aday olabilecek kadar sevimli olan ''hit the road jack'' parçası çalıyordu ama nafile, sabah uyanmak Küfürgül* için tam bir işkenceydi. Alarm çaldı çaldı çaldı... Ve beklenen oldu ''Vay aq. ne çabuk sabah oldu?! Daha yeni dalmıştım be rüyanın en güzel yerinde de yapılmaz ki bu aq. Ben bu okulun da bu saate ders koyanın da erken saatte olan bütün derslerden kalıp onu tekrar alan aklımı da taaaa....'' diye devam eden küfürler silsilesi evi bangır bangır inleterek alarm susturuldu. Kimse bu gürültüye aldırmadı; çünkü bu günün normal gidişatında olduğuna dair bir işaretti, gün her zaman ki gibiydi.

 Rutin bozulmadı; bin türlü küfürle yatağından çıktı, tuvalete gitti, elini yüzünü yıkadı, üstüne ne bulduysa giydi, her zaman fit kalmasını borçlu olduğu(!) spesh k'sını yedi ve yola koyuldu. Hava çok soğuktu lan, bildiğin bokunu donduracak cinsten bir soğuk. ''Okumak için bu şehri seçen aklıma da sıçayım!'' dedi ve okula doğru yürümeye devam etti.

 Küfürgül'ün o arkadaşıyla yaşadığı ilginç küfürsüz birkaç saat olayının üstünden tam tamına 2 ay 3 gün 5 saat 32 dakika geçmişti. O olaydan sonra hayat hiç olmadığı kadar daha küfürlüydü, zincirleme küfürlere yenileri eklenmiş, küfür dağarcığını dallanıp budaklandırmıştı. Artık gereksiz tekrarlar da yoktu, bir ettiği küfürü bir konuşma içinde tekrar söylememek için geliştirmişti kendini. Küfür onun için artık cümleleri birbirine bağlamaya yarayan bir bağlaçtan farksızdı, küfür her kelimenin sonunda anlamı pekiştirsin, olayı daha akıcı kılsın diye kullanmaya başlamıştı. O artık tam anlamıyla bir küfürbazdı, o amacına ulaşmış bir savaşçıydı!

 Yine bu sıradan günlerden biriydi, saat yine 8.00de çaldı, hava yine çok soğuktu... Amma bir şeyler eksikti, bir tatsızlık, bir renksizlik vardı. Bu renksizliği sebebini bulmak Küfürgül'ün arkadaşları için hiç de zor olmadı, etraf fazla sessizdi borazan gibi sesiyle ota bokan karışan sürekli küfür eden bir şey eksikti... Olamazdı! Yine mi o gün gelmişti?

 Saat 18.00 olmuştu ve Küfürgül'ün ağzından tek bir küfür bile çıkmamıştı gün boyu arkadaşlarıyla beraberlerdi ama yok yani içine bir istanbul hanımefendisi kaçmıştı. Ricalar, teşekkürler havada uçuşuyordu... İbrahim Tatlıses ''o eski halinden eser yok şimdi'' sözlerini resmen onun için yazmış gibiydi. Hayat böyle çok sıkıcıydı be herkes için Küfürgül bile kendinden sıkılmıştı fakat elinden hiç bir şey gelmiyordu sanki ruhunu bir fransız asilzadesi, bir istanbul hanımefendisi ele geçirmiş onu o konuşturuyordu ve o buna engel olamıyordu. Gündüzler geceleri kovaladı fakat hiç bir değişik yoktu hep aynı kibarlıktan kırılan Küfürgül. Uzunca bir zaman arkadaşları bu durumun düzelmesini beklediler ama artık bekleme değil harekete geçme vakti olduğunu düşünüp bu işe al atmaya karar verdiler. Ve Küfürgül'ü bu bataktan çıkarmak için kollar sıvanmıştı!
  ...

 *Küfürbaz kızımız için uydurulmuş saçma salak isim.

18 Kasım 2011 Cuma

Hoşgeldin gerginlik, ne zamandır yoktun yahu özlettin vallahi. Gel gel otur bi' çay koyayım.

 Hayat tam da ''büyük ev ablukada''nın şarkıları gibi; anlamlı, saçma, eğlenceli, karışık, duygu karmaşası, hızlı, yavaş, duygusal, gerçekçi, samimi, şalalalalalala...
 Sınavlar, koşuşturma, erken kalkma derken ruhum, bedenim, yer bi' yerim yoruldu. Sonucunda tam 5 gündür istisnasız hergün saat 8de kalktım ve okula gittim, dile kolay... Bir de bunlar yetmezmişcesine 10 sınava girdi bu bünye, bana sor çektiğim acıyı bana sor... İşte tam da bu sebeptendir diye düşünüyorum bir bunalımdan çıkıp diyerine girmelerimin.  Bir yandan *Anlambilim sınavında *eşdizisel anlam sorusuna örnek olarak ''it oğlu it'' cevabını vermemle birlikte kişiliğimi saklayamamamın verdiği saçma gurur bir yandan ikinci kez almama rağmen bok gibi geçen *Göktürkçe sınavımı düşündükçe mal olduğum gerçeğine gün geçtikçe inanmaya başlamam beni benden alıyor a dostlar. Sonuç olarak gerginim, gerginsin ve gerginler.

O zaman dinleyelim ve rahatlamaya çalışalım gençler.

30 Ekim 2011 Pazar

Bir Küfürbazın Günlüğü 1

 Bundan yirmi bir yıl önce kadardı. Gri Ankara'nın yağmurlu bir gününde maymundan beş dakika önce doğmuş gibi esmer, tüylü, iri yarıca bir kız çocuğu doğdu. İlk başta her çocuk gibi görünen bu çocukta farklı bir şeyler olduğunu ailesi seziyordu, o farklıydı. Çocuk yaklaşık dört-beş aylık olmuştu ki ondaki farklılıklar artık pek fark edilmeyecek gibi değildi, o iri iri gözleri korkutucu bir şekil almıştı tövbe tanrıma kurbağadan hallice bir hal...  Ve çocuk büyüdü artık yürüyebiliyor ve konuşabiliyordu -konuşmaz olasıca-. Konuşuyordu ama konuşmak yerine daha çok çığlık atmayı ve deli gibi anlamsız hareketler yapmayı yeğliyordu. Evet evet o kesinlikle değişik bir çocuktu; aşırı asi, aşırı kıskanç, aşırı inatçı ve çok aşırıydı işte. Çocuk artık büyümüştü sokakta arkadaşlar edinmişti ve küfürle ilk tanışması da böyle oldu. İlk duyduğu küfür tam olarak ''.mına goyuyum!'' şeklindeydi ve bu çok korkunçtu! ''.m da neydi?'', ''Acaba masa gibi bir şey olabilir miydi? Çünkü ancak masaya bir şey konulabilirdi...'', '' Ama .m eğer masa gibi bir şey olsa neden böyle söylendiğinde insanın içi rahatlamıyordu? 'Masaya goyuyum' dediğinde neden aynı hissi vermiyordu, neden!?'' Öyle ya da böyle tam olarak anlamıyor da olsa o da artık ''salak, aptal, mal...'' şeklindeki masumane küfürleri bir kenara bırakıp daha iddialılarını kullanmaya başlamıştı ve yıllarca bu böyle devam etti. Artık sıradan ''.mına goyuyum''lar da onu tatmin etmez oldu; sinirlendiğinde, istediği bir şey olmadığında daha sofistike küfürler ediyor zincirleme küfür tamlamaları üretiyordu, mesela ''.mına godugumun fahişesinin at kafalı çocuğu'' şeklinde. Küfür artık onun tek sığınağıydı, tek deşarj aleti.

 Büyüdü. Bu büyüdü lafının hakkını tamamen vererek büyüdü ama, maşallah enine boyuna kocaman bir kız oldu. Aslında gayet çekici, seksi, alımlı felandı. Açılmış, serpilmişti kabak çiceği gibi. Amma yıllardır müptelası olduğu küfür onu bir türlü bırakmıyordu. O güzel büyü sinirlenip ağzını açmasıyla uçup gidiyordu. Bütün arkadaşları artık onu öyle benimsemiş öyle sevmişti. Kibar bir şeyler söylediğinde şaşırıp ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı.

 Bir gün çok acayip bir şey oldu. Bu genç bayanın tam tamına üç saattır hiç küfür etmeden gayet sakin ve saygılı bir şekilde davrandığını fark eden bir erkek arkadaşı önce kulaklarına sonra da gözlerine inanamadı. Bu nasıl olabilirdi? Onu yıllardır tanırdı ve onu hiç bu kadar sakin görmemişti, inanmayacaksınız ama ona ''rica'' bile etmişti. Bu gerçekten inanılır gibi bir şey değildi, olamazdı, bu o olamazdı!  Tam beş saat beraberlerdi ve hala tek bir falso hareketini görmemişti bu gerçekten şaşılacak şeydi. Gün boyu gezdiler, eğlendiler, yemek yediler ve çok yoruldular artık ayrılma vakti gelmişti bu iki iyi arkadaşın. Erkek onu evinin önüne kadar getirdi ve vedalaşmak için öpüştüler ve delikanlı kapıdan girmesini beklerken genç bayan aslını inkar etmez bir şekilde: '' Hala ne bekliyon sen ya s.ktir olup gitsene eve cacık!'' dedi ve orada bir duygu seli oldu. Arkadaşının hasta olduğunu düşünen delikanlı derin bir ''oohh!!'' çekti ve arkadaşına tekrar kavuşmanın haklı mutluluğunu yaşadı.

                                                                                                                                                                                                                                                            Devam edecek...!

1 Ekim 2011 Cumartesi

Önceden de bu kadar hızlı döner miydi ki dünya!?

 Küçükken çok hoşuma giden bi' duyguydu başımın dönmesi hatta bunun için deli gibi avaz avaz bağırarak kendi etrafımda döner döner döner sonra kendimi yere atar gözlerimi tavana dikerdim. Evet kabul ediyorum çok normal bi' çocuk sayılmazdım ya da her çocuk kadar normaldım diyelim neyse... Ama şu sıralar çocukluk tutkumla başım belada, sanırım aramızdaki ilişki eskisi kadar iyi değil. Başım çok feci dönüyor; ayağa kalkınca dönüyor, kitap okurken dönüyor, yemek yerken dönüyor hatta oha diyeceksiniz ama hızlı bir müzik dinlerken bile dönüyor... Sadece baş dönmesi olsa yine iyi, bu baş dönmesi kankisi mide bulantısını da alarak geliyor sağolsun. Sonra izleyin bendeki eğlenceyi... Klozetle aramdaki özel ilişkiye girmek bile istemiyorum. Baş dönmesi, mide bulantısı bunlar olur da ateş çıkması olmaz mı oda hoop hemencik geliyor tabi sonra eklem ağrıları... E hazır ateşlenmişken bu kız hemen bide eklem ağrısı verelim ki bi daha kendine gelemesin diyor sanırım içimdeki minicik minicik virüsümsü şeyler...
Evet bu çaki kılıklı yaratık ben oluyorum.
 Ya kendimi resmen yetmiş yaşındaki bir teyze gibi hissediyorum; yorgunluk, halsizlik, mide bulantısı, eklem ağrısı, dudak çatlamaları ne ararsan var maşallah. Gelelim bunların sebebine: Bu gariban halimin tek bir sorumlusu vardır o da Roaccutane'dır a dostlar. O ki muhteşem bir ilaçtır, sivilcenin kesin çözümüdür, falandır fişmandır ama bu ona benim ağzıma sıçma yetkisinin vermez ulan! Halbuki ben sivilceleriyle ne kadar mutlu bir insandım, allık modunda yanaklarımda takılıyorlardı, sınav zamanları azıyorlar kocaman kocaman çıkıyorlardı, çekirdek ve kajuya bayılıyorlar anında fırtlayıveriyorlardı, onlar benim yaşamımın simgeleriydi -yok daha neler!!- en azından bu kadar mide bulantısı falan yapmıyorlardı mutlu mesut takılıyorduk... Neyse güzel bir cilde sahip olacağım diye bir yola girdim tamamlayacağım bu tedaviyi, sanırım, galiba, umarım. ÖLMEK VAR DÖNMEK YOK!  -yok bu çok iddialı oldu sanırım- Neyse ben sizi gelişmelerden haberdar edeceğim canlarım ama şuan çok başım dönüyor, gitmem lazım, gittim.

( Haa bir de çocukluk resmimi koydum ibret alın diye, ama bakar mısınız o zaman bile ne kadar seksiyim leopar desenli pijamalarımla :))

10 Eylül 2011 Cumartesi

Merhaba can'lar yine ben!

 Sevgili dostlar bugün burada hayırlı bi' iş için toplanmış buluyoruz; uzun zamandır beklediğim, arzuladığım, yanıp tutuştuğum, uykusuz gecelerde düşündüğüm, sağa sola haber saldığım o muhteşem ötesi ''mavi jeans''dan alamadığım kot gömleği almış bulunmaktayım, vatana millete hayırlı olsun!
 Amma ve lakin ki bu gömlek alma hikayesi beni derinden etkiledi sevgili dostlar. Sen yeme içme tam bir ay gezmedik ''mavi jeans'' mağazası bırakma tam umudu kesmiş öyle bir bayram günü mal mal ''ankamall''da gezerken bir anda vitrinde gömleği görüver... Görüverince hemen heyecanlan içeri daliver, içeride o muhteşem gömleğin durduğu bölümü buluver, oraya doğru koşuver, bedenine bakıver, gözlerine inanamayıver, sonra hemen deneyiver, gömleğe sarılıver ve gerisi zaten duygu seli... 
 İşte bu saçma anıdan almamız gereken ders:'' Bir şeyi ne kadar çok istersen ulaşman o kadar  zorlaşıyor. Akışına bırakmak gerekiyor bazen her şeyi, çok dillendirip laçkalaştırmamalı, ele ayağa düşürmemeli istekleri. O vakti geldiğinde öyle güzel bi' şekilde oluyor ki ağzınız gerçekten açık kalıyor.''

 Hadi o zaman çalsın davullar!!! Hooppaa!!


2 Ağustos 2011 Salı

Bir varmış...

 Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde karpuzu çok seven Ali adında bir çocuk varmış. Bu çocuk yaz geldiği zaman koca bir karpuzu tek başına yer, sıcak yaz günlerinde öyle ferahlarmış.
 Aradan bir yıl geçmiş ve hava o kadar sıcak olmuş o kadar sıcak olmuş ki karpuzlar tarlada büyüyemeden hepsi yanıp çürümüş. Ali karpuzsuz bir yaz düşünemiyormuş, düşümüş taşınmış e birazcık da kaşınmış ve aklına bir fikir gelmiş. Yanına kendi gibi afacan arkadaşları Fırat ve Mehmet'i de alıp bir plan kurmuş. Kendi karpuzlarını yapacak ve doya doya karpuz yiyebilceklermiş. Tabi bu tahmin ettikleri kadar kolay olmamış günlerce, aylarca uğraşmışlar karpuzu yapabilmek için. Yapıyorlarmış ama her seferinde bir şeyleri eksik kalıyormuş karpuzun. Sonunda her şeyi tam bir karpuz yapmışlar fakat bu işte de bir gariplik varmış. Karpuz büyümeyi durdurmuyormuş sürekli büyümüş büyümüş büyümüş... Durduramamışlar, önce karpuzu yaptıkları depoya sığmaz olmuş daha sonra koca mahalleye, derken git gide daha da büyüyormuş karpuz. Ali ve arkadaşları ne yapacaklarını bilememişler yavaş yavaş yemeye başlamışlar karpuzu ama onlar yedikçe büyüyormuş. Ailelerinden habersiz böyle tehlikeli bir şey yaptıkları için çok üzülmüş ve korkmuşlar. Kapuzun büyümesi durmamış ve bütün Dünyayı kaplamış ABD, Avrupa Birliği falan kırmızı alarm vermiş ve bu canavar karpuzdan kurtulmak için seferberlik ilan etmişler. Daha sonra Çok zeki bir bilim adamı olan Dr. Herşeyibilen bir kurt türü geliştirmiş ve herkes karpuzun kökünün bulunması için yardım etmiş ve sonunda kök bulunmuş ve Dr. Herşeyibilenin geliştirmiş olduğu kurtlar köke yerleştirmiş ve kurtlar iki gün içinde bütün kökü yeyip Dünyayı bu büyük karpuz belasından kurtarmış. Böylece Ali ve arkadaşları da ailelerinden habersiz işler yapmamayı örenmişler.


(Bu masalı dün Baranım hastayken başında beklediğimde ona anlattım ve tepkisi ''Teyze o ne biçim masal öyle be!'' şeklinde oldu bende bu muhteşem masalımı, bu yaratıcılık abidesini paylaşmak istedim pampişlerim.)
*masal deyince aklıma geldi, dinleyin.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Ben bir filoloğum, haddinizi bilin!

 Arkadaşlar, İsveçli Bilim Adamlarıyla ortak yapmış olduğumuz büyük dil çalışmaları sonucunda edindiğim nadide bilgiyi sizinle paylaşmak için bu blogu yazma kararı aldım. Siz neden bigilenmeyesiniz değil mi ama a dostlar? Bu bilgi gerçekten çok değerli bir bilgidir, uyarmadı demeyin!
 Neyse lafı daha da uzatıp bu bilgiden mahrum etmek istemiyorum sizi ey bilgiseverler. Veriyorum bilgiyi hazır mısınız?! 
''TÜRKÇE'DE EN ÇOK KULLANILAN HARF ''İ'DIR ARKADAŞ!!''
 Nasıl mı vardım bu kanıya? Hemen anlatıyorum: Ben nokianın klavyeli bi' cep telefonunu kullanıyorum ve kullananlar bilir msj yazarken ilk başta gayet zorlayıcı bir olaydır klavye kullanmak. Bir de tam klavye olmadığı için ''ı'' ve ''ğ'' , ''k'' ve ''ş'', ''l'' ve ''i'', ''o'' ve ''ü'' aynı tuşta gösterilmiş, bir kere bastığınızda ilk yazdığım harf daha uzun bastığınızda ise ikinci yazdığım harfe basmış oluyorsunuz canlarım... Neyse ben bu telefonu aldım gayet güzel msj yazıyorum falan ama bilenler bilir ben nokta özürlü bir adamımdır ''ı'' ve ''i'' benim için aynı şeyi ifade eder. Msj yazarkende genelde ''ı'' harfını kullanırım çünkü yazımı daha kolay ı'ye bir kere bastığında oluyor kim uğraşıcak ki ''i'' için uzuuunca tuşa basmak için? Ben gayet ''ı''lı msjlar atıyorum insanlara bir allahın kulu da demiyor ki ''Gerizekali Armağan, Türkçe karakter kullandığın zaman msjların emo mesajından bile daha okunaksız oluyor mal mısın adam gibi yazsana!'' diye... Neyse ki bunu Erman'ın telefonunu anlamaya çalışırken fark ettim ve düzeltmeye çalıştım amma ve lakin ki acayip zor işmiş yahu önceden çatır çatır yazdığım msjları özlüyorum her ne kadar okunamasa da.. Şuan o msjı yazabilmek için tam bir iki dakikami harcıyorum meğersem ne çok da ''i'' ve ''ı'' harfı varmış caanım Türkçemde yahu.
 Sıkıntım budur a dostlar buradan yetkililere sesleniyorum düzeltin lan bu sorunu ben ''ı''larımla çok mutluydum :(

31 Temmuz 2011 Pazar

Kim kimdi ki?

 Bir hafta önce hayatıma dair çok radikal kararlar aldım a dostlar. Artık daha mutlu, daha huzurlu, daha delidolu, daha bi' başka olacağım ki oldum bile.
 Anlayacağınız tekrar mutluyum, mutlusun ve mutlu, mutluyuz ulan...!
 Asıl konumuz mutluluğum değil ama pampişlerim, asıl konu şu bir haftadır beynimin içinde cinsel ilişkiye giren milyonlarca ''isim''... Tam beş gün içinde 347.994.327 kişiyle tanıştım,  inanmazsınız ama ben bunu yaptım. Yaklaşık bir buçuk aydır dışarıya adam gibi çıkmayan asosyal arkadaşınız Armağan beş gün boyunca sosyallığın dibine vurdu. Ama her şeyin fazlası zarardır yavrularım. Şikayet etmiyorum yahu aksine çok güzel bişi bu amma ve lakin ki öyle olamadı işte,  uzun zamandır beynimi kullanmak için pek bir uğraşım yoktu ondan olsa gerek biraz yosun tutmuş, mallaşmış falan bildiğin zorlandım insanların isimlerini aklımda tutmakta. Beynimde bir kaos havası var, çok rahatsız edici be!
 Aklımda tutamıyorum hiç bir ismi! Doğru söyleyeceğim isimi derken iyice her şey birbirine karışıp bombok oluyor. Tamam her şeyi geçtim ezberlerim herhalde de son noktayı koyan  kısım ''Özgün'' ve ''Özgür'' isimli birebir aynı olan ikiz kardeşler olsa gerek zaten isimleri ezberleyene kadar göbeğim çıktı bu seferde birbirlerinden ayırmaya geldi sıra. Off gerçekten zor iş bunlar bebişlerim hiç bulaşmayın siz böyle şeylere oturun evinizde uslu uslu kitabınızı okuyun, müziğinizi dinleyin, soğuk içeçeklerinizi yudumlayın falan işte böyle şeylerle beyni yormamak lazım yazık ona da canıım. Kıyamam ben beyinlerimize, yerim ben o minnacık beyin girinti çıkıntılarınızı be! Dikkat edin kendinize durmak yok asosyallığe devam. Bugünlük bu kadar gelişmelerden haberdar ederim öptüm bay.

* Ha bi de burdan rahmetliyi anmasam bi' yerim şişerdi!

26 Temmuz 2011 Salı

AlmayıSever




 İtiraf ediyorum a dostlar ben bir ruh hastasıyım! Aşık olduğum tabloyu alamayınca tam iki gün boyunca bunalımlara girip girip çıktım. Batıyordu artık tabloya veremediğim o canıım para, kesinlikle ona bir şey almalıydım! Resmen güvercine odaklanmış kedi ciddiyetiyle alınacak bir şeyler bakıyor, parayı çar çur etmeye yer arıyordum ki bulmam tahmin ettiğiniz gibi pek de uzun sürmedi. Sevgili arkadaşım ''Merve''nin fesybuk sayfasında Şekspir'i beğenmesi kafamda şimşekler çakmasına sebep oldu ve hemen online olarak alışveriş yapabileceğim ''D&R''ın sitesine girdim, aklıma gelmişken uzun zamandır istediğim NTV yayınlarının çizgi roman beşlemesi vardı hemen onu alıverdim. Arkasından French Oje'nin yeni çıkarmış olduğu ''Erkek Dedikodusu'' kitabını aldım. Ohh bi' rahatlama bi' huzurla doldum ki anlatamam, elimdeki son parayı yiyince nasıl güzel oldu sormayın gitsin, resmen üstümden deve yüküyle yük kalktı. Ödenecek olan kiraymış, yok efendim kredi kartı borcummuş, eşya paralarımmış hiç ama hiç paraya falan ihtiyacım yok zaten benim, ''Bende para çok gibi.'' resmen. Bide bunlar yetmez gibi ertesi gün AVM'ye gittiğimde yine D&R'a girdim ve dayanamayıp 2 kitap daha aldım; biri ''Bin Muhteşem Güneş'' diğeri ise ''Frankenstein''. Psikopat gibi sürekli para harcıyorum tamam kitaba verilen paraya acımam da benim hobim kitap okumaktan çok kitap alma oluyor yahu elimde daha 348.789.169 tane okumadığım kitap var nedir derdim anlamadım ki.. Ama yaz sonuna kadar bütün hepiciğini okuycam valla be! Neyse işte bu da böyle bi anımdı yani sonuç olarak: 
 -alışveriş manyağıyım.
 -alışveriş manyağısın.

22 Temmuz 2011 Cuma

Şanssız mıyım ne?!

 Ben dünyanın en şanssız insanıyım arkadaş, bunu gün geçtikçe daha da iyi anlıyorum. Yahu nedir bu şanssızlıkla aramızdaki kanki havası, sürekli bir enseye şaplak göte parmak haller falan!
 Neyi beğensem, neyi istesem kesin bir bokluk çıkıyor: ya satılıyor ya bedeni kalmıyor ya öyle bir şey henüz Türkiye'de üretilmiyor ya da otan boktan sebepler oluyor yani bi tutturamadık.
Bahsi geçen muhteşem tablo!
 Bugün ''limango'' denilen sanal mağazadan bi' tablo beğendim ama öyle böyle beğenmedim ya resmen taptım tabloya... Muhteşem ve ötesi bi' şeydi çok da pahalı değildi buna rağmen ekranda tablonun fotoğrafı tam 1 saat düşündüm, arkadaşlarımdan almam için gaza getirmelerini istedim ki geldim de 1 saat sonrasında. Yeni çıkmış olduğum evimde yatacak bir bazamın olmamasını, bir giyisi dolabının bile olmamasını, evin bir ton masrafının olmasını ve 2 aydır sadece asgari borcunu ödeyebidiğim kredi kartı borcumu ve ev kiramı falan hiçe sayarak o tabloyu almaya odaklanmıştım. ''Almalıydım ulan o tabloyu, o benim olmalıydı!!'' Artık amacım belliydi ve hemen tablodan bir tane sepetime ekledim ve ödemek için onay düğmesine bastım, karşıma çıkan bütün zorlukları (isim, soyisim, adres, telefon numaraları, tc no...) alt etmiştim olay sadece kredi kartı bilgilerini vermeye gelmişti. O da ne? Taksit seçeneği de var ve fiyat değişmiyor aman yarebbi dünyalar benim oldu ulan şansıma ne oldu falan havalarında seçtim hemen 3 taksit seçeneğini ve koyuldum bilgileri yazmaya kradi kartı numarası:xxxxxxxxx, kartın sahibi: ARMAĞAN IŞIK, son kullanım tarihi: xx/xx, güvenlik numarası: xxx doldurdum bütün istenilen bilgileri ve tamam deyip onayladım. Artık mutludum lan almıştım tabloyu, yani sanırım. Ekranda kocaman bir ''HATA'' yazsını görene kadar.. Lan benim online şifrem gerekiormuş ve o bende yok giriorum kartın online bankacılığına numaran kayıtlı değil diyo çıldırıcam! Bir numara veriyor arıyorum 37432 saat telefonda beklettikten sonra açan hanım kızımızında diline motor takmişlar maşallah dediğinden bişi anlamak için nefes almadan dinlemek lazım, velhasılkelam oda vermedi şifreyi gidip bankamatikten halletmem lazımmış. ''Hassiktir ya! Sıçarım böyle işin içine hava zaten 50 derece ben bide çıkıp onu alıcam, nah alırım kalsın lan almıorum tablonuzda sizin olsun, hevesimin içine sıçtınız!'' dedim ve bu anımda böyle bitmiş oldu. Bu kadardı sonuç olarak şanssızım yani. bu kadar, SON.
Bu şarkı da Müslüm Babadan bana gelsin be! 

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Hiçbir şey

 Fark ettim ki uzun ama çok uzun zamandır canım bloguma hiçbir şey yazmamışım. Hemen işe koyuldum ''Bi' şeyler yazmalıyım, bi' şeyler yazmalıyım!'' diye düşünürken aklıma hiçbir şey gelmedi evet gerçekten de aklıma hiçbir şey gelmedi bende hiçbir şeyi yazma kararı aldım.
  Hava sıcak arkadaşlar çok garip değil mi temmuzdayız ve hava sıcak nesi garip amına koyım gayette normal bişi bu bundan bahsetmenin bence mantığı yok hepimizz soyun dokun oturuoruz evimizde işte hemen bu konuyu açmadan kapatalım.
 Eveet okullar kapandı ve tatil başladı muhteşem ve ötesi bir ikinci sınıf macerası sona erdi pek fazla burda da anlatılcak bir şey yok. Bok gibi notlarla Ankara'ya geri geldim işte... Bildiğiniz Eskişehir falan -laf aramızda Eskişehir'i de özlemedim değil ha!-.
 Allah'ım bi' şeyler yazmalıyım ama!
 Arkadaşlar evrende ''aşk'' diye bir kavram var bilir misiniz? Tabii ki bilirsiniz, kim bilmiyor ki... Her yerde ''aşk'': kitaplarda, şarkılarda, filmlerde, dizilerde, resimlerde, fotoğraflarda, sokakta, okullarda... Sanırım bu kadar her yerde diye biz onu göremez olduk ya da biz artık ''aşk'' olduk. Bir şeye ne kadar bakar ne kadar arar olduysak hep duyularımızda hissizleşmeye sebep oldu. Bizler kendi yarattığımız aşkın esiri olduk ve onun için acılar çektik. Ohaaa ne diorum yahu ben?! Yok yok ''Aşk bıdı bıdı bıdı'dır.'' felsefesine hiç girmemek lazım o bana beden olarak baya bi' büyük gelir bence.
 Yok yahu ben hiç yazma havasında değilmişim anlaşılan onun için en mantıklısı sessiz kalıp ''cool'' tarzımdan(!) ödün vermeden sakince oturayım.
 Evet ben ''saçmalama kraliçesi Armagadon'' Yunan tanrılarının en ama en saçma tanrısıyım ki bugünlerde en çok bana tapılıyor. Her yerde diri vücudumu sergilediğim muhteşem heykellerim var. Heykeller çok ama çok estetik... Kullağımda dev dj kulaklıkları, elimde bir Burger King Steakhouse menü, altımda son model bir scooter. Çok seksi ve tapılası bi' şi falanım. Bence susmalıyım ve sustum.

 Beni susturamazsınız ben Armagadonum en çok bana soracaksınız!
 Bu şarkıda benden size gelsin: dinleyin hadi pampişlerim!